Bu konuya İbni Haldun’un derin bir bilgelikle ifade ettiği şu sözüyle giriş yapmak istiyoruz: “Organize olmuş azınlık, organize olmamış çoğunluğa hükmeder.” Bu düşünce, tarih boyunca birçok topluluğun gücünü anlamamıza yardımcı oluyor. Yahudi toplumunun da dünya ekonomisindeki etkisi, bu prensibin parlak bir örneğidir.
Yahudi topluluklarının geçmişten günümüze kadar dünya ekonomisinde nasıl söz sahibi olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, bu dünya ekonomisinde etkili bir şekilde konumlanmayı nasıl başardılar hiç merak ettiniz mi?
Dünya genelinde yaklaşık 16 milyon olan Yahudi topluluğu, kendileri dışındaki milyarlarca insanı doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen bir güce sahip.
Bu etki, kendi şirketlerinin yanı sıra seçtikleri veya satın aldıkları şirketler aracılığıyla diğer ülkelerde ekonomiye hükmetmelerinden kaynaklanıyor.
Organize bir azınlık olarak birbirlerini destekleyerek veya seçtikleri kişileri kamuoyunda öne çıkararak rakiplerini elemeyi başarıyorlar. Bu, özellikle de sermaye piyasalarına ve üretim araçlarına hâkim olmalarının bir sonucudur da diyebiliriz.
Bankacılık gibi sektörlerde dünya genelindeki paranın büyük bir kısmını kontrol etmeleri de mal fiyatlarını belirleme gücüne sahip olmalarını sağlamaktadır.
Bu durum, belirli bir süre zarfında sermayeden yararlanmalarına ve ardından rakiplerini pazardan çıkarmalarına olanak tanıyor. Bu süreçte zararları rekabet döneminde fiyatları artırarak karşılayabilirler.
Bugün dünya genelinde faaliyet gösteren enerji şirketlerinin büyük bir çoğunluğu Yahudi iş insanlarına aittir.
Sağlık sektöründe faaliyet gösteren ilaç ve medikal firmalar da genellikle onlara veya onların satın aldığı yerli iş birlikçilerine aittir. Tarım ve hayvansal gıda pazarında başta tohum olmak üzere kontrol büyük ölçüde bu küresel firmalarda veya onların yerel işbirlikçilerinde bulunmaktadır. Silah sanayi ve teknoloji alanında faaliyet gösteren firmaların çoğu yine bu gruplara aittir.
Yani anlayacağınız, insanlığın temel ihtiyaçlarının üretim ve pazarlamasında genellikle Yahudi iş insanları veya iş birliği içinde oldukları insanlar vardır.
Aslında bu başarılarının ardında çocukluktan gelen bir finansal disiplin yer alıyor.
Kavanoz sistemi olarak da bilinen bu sisteme küçük yaştan itibaren alıştırılan Yahudi toplumu, paranın daha iyi nasıl yönetilebileceğini öğreniyorlar. Bu da aslında malî anlamda onlara çok büyük bir kazanç sağlıyor.
Yahudi kültüründe, Talmud ve diğer dinî kaynaklardan elde edilen öğretiler, mali yönetim konusunda dikkatli ve sorumlu bir tutumu teşvik eder.
Bu öğretiler; tasarruf yapmayı, gelecekteki belirsizliklere karşı hazırlıklı olmayı ve toplum ihtiyaçlarına destek olmayı hedefler. Ancak Yahudi toplumunda para biriktirme geleneği, bireylerin mali durumlarına ve kültürel farklılıklarına göre değişiklik gösterebilir.
Aile değerleri, genellikle Yahudi toplumunda mali hedeflerin önemli bir parçasını oluşturuyor. Eğitime yatırım yapmak ve gelecek nesillerin refahını sağlamak, para biriktirme geleneklerinin temel taşlarından biridir.
Peki bu ‘kavanoz sistemi’, normal para biriktirmek gibi değil mi?
Bu öğretiler; paranın dikkatlice yönetilmesini, gelecekteki belirsizliklere karşı hazırlıklı olmayı ve toplum ihtiyaçlarına destek sağlamayı amaçlar. Ancak Yahudi toplumunda para biriktirme geleneği, bireylerin mali durumlarına ve kültürel farklılıklarına göre değişebilir.
Çocuklara, iyilik amacıyla verilecek parayı ayırmayı öğretmek için kullanılan bu sistem; Yahudi düşüncesinde cömertlik ve başkalarına yardım etme konusundaki değerleri vurguluyor.
Çocuğa, aldığı paranın %10’u ilk kavanoza koyması söylenir. Bu, bencil düşüncelerin tedavisi olarak görülür çünkü kişi ilk önce kendi ihtiyaçlarını düşünmek yerine başkalarını gözetir.
İkinci kavanoza ayrılan %10’luk pay, toplumda daha az şanslı olanlara yardım etmek için ayrılır. Çocuğa, elinde olan $10’ın 1’ini bu kavanoza koyması öğretilir. Bu eylem, kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılamadan önce başkalarının ihtiyaçlarını düşünmesi gerektiği fikrini destekler.
Üçüncü kavanoz, yatırım yapma kavanozudur ve çocuğa kazandığı paranın %20’sini buraya koyması öğretilir. Buradaki amaç; paranın sadece biriktirilmesi değil, aynı zamanda yatırım yaparak çoğaltılmasıdır.
Çocuk, üçüncü kavanozdaki parayı artırmak için iş projeleri düşünmeye teşvik edilir. Bu, finansal düşünce ve yatırım yeteneklerini geliştirmek amacı da taşır.
Bu eğitim sistemi, çocuklara erken yaşlardan itibaren mali disiplin kazandırmayı ve gelecekteki iş projeleri için güçlü bir temel oluşturmayı hedefler.
Geri kalan dördüncü kavanoz acil durumlar için ayrılır. Öngörülemeyen acil durumları karşılamak için üçüncü kavanozdaki yatırımların bir kısmını nakde çevirmek zor olabilir, bu nedenle bu tür durumlar için özel olarak oluşturulan dördüncü kavanoz devreye girer.
Tüm bu öğretiler, bir çocuğun 12 yaşına gelene kadar finansal konularda bilinçli ve hazırlıklı olmasını sağlamak amacıyla verilir.
Gelelim son kavanoza. Beşinci kavanoz, harcama kavanozu olarak adlandırılır ve burada çocuğun ilk dört kavanoza ayırmadığı paranın %50’si kullanılabilir. Çocuğa, kültürde kabul edilen sınırlar içinde %50’sini istediği şeye harcama özgürlüğü tanınır.
Beş Kavanoz modelinin temelini oluşturan bu prensipler şunları içerir:
İlk olarak, bireyin kendi ihtiyaçlarını karşılamadan önce toplumdaki daha az şanslı olanların ihtiyaçlarını düşünmesi gerektiği düşüncesini aktarır.
Tüketimden önce yatırımın düşünülmesi gerektiği zihniyetini benimsetir. Kişinin gelir kapasitesine göre yaşam tarzını ayarlamayı öğrenmesi için harcama alışkanlığı geliştirmeye teşvik eder.
Bu üç ilkenin kişisel ve ailevi düzeyde nasıl dönüştürücü olabileceğini hayal etmek, Beş Kavanoz modelinin genel bakışını oluşturur.
Bu ilkeleri bugünden hayata geçirmek, planladığınız harcamalar için bu prensipleri kullanmak, finansal alanda sağlıklı alışkanlıklar geliştirmek için bir başlangıç olabilir. Harcama kavanozunun tek belirleyici olmaması, mali sıkıntıların habercisi olabilir; bu nedenle alınan eğitimin izinden gitmek önemli olabilir.
Bu sistemle büyüyen Yahudi toplumu, Adam Smith’in “invisible hand” yani “görünmez el” olarak adlandırdığı “piyasayı düzenleyen el” olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm bu anlattığımız sistemin yanında dünya ekonomisine hükmetmelerinin ardında elbette farklı bir disiplin ve sistem de yer alıyor. Özellikle Yahudi kültüründe bağlayıcı işlerden kaçınma eğilimi vardır.
Başkası için çalışmak, onlar için uzun süreli bir geleneğin dışında bir durum olarak algılanıyor. Bu yüzden Yahudiler, genellikle kendi işlerini kurmayı ve yönetmeyi tercih etmişlerdir.
Dikkat ederseniz eğer devlete bağlı çalışmanın zorunlu olmadığı, özel sektörün varlığını sürdürebildiği bir kapitalist dünyada, bireylerin kendi başlarına çalışmaları onlarda daha yaygındır.
Diğer yandan, rekabetin kabul edilmesi de önemlidir. Rekabet, zenginlik elde etme fırsatı sunarken aynı zamanda başarısızlık riskini de beraberinde getirir.
Bu riski yönetmek için dayanışma ve toplumsal örgütlere katılım önemlidir. Yahudiler, genellikle herkese faizle borç verirken kendi aralarında ihtiyaç içinde olanlara faizsiz borç verme geleneğini sürdürmüşlerdir; bu da kapitalist öğretinin farklı bir yorumudur.
Ekleyeceğimiz son madde ise belki de en önemlisi. Servetlerinin büyük bir bölümünü genellikle likit varlıklara yatırmazlar. Bu da servetin esnek ve taşınabilir olmasını sağlar, aynı zamanda piyasada ortaya çıkabilecek fırsatları değerlendirmelerine olanak tanır. Ancak gerçek zenginliğin sağlıkla yaşamak olduğuna inanılır ve paranın yerine konulabilirken hayatın değeri vurgulanır.
İyi bir yaşam sürmek, çocukları iyi eğitmek ve beklenmedik durumlar için her zaman varlık bulundurmak onlar için en önemli şeydir. Şimdi, bizde eksik olan disiplin ve sistemle dünya ekonomisinin büyük bir bölümüne nasıl hâkim olduklarını daha iyi anlıyoruz değil mi?
Ekonomi ile ilgili diğer içeriklerimiz: